POLİTİKA VE ORDU

Bazı hassas konular vardır…

Bunlar topluma mâl olmuştur.

Toplumca sahiplenilir.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), ülkemizin gözbebeğidir. Ordumuz, bizim evlerimizde; iş yerlerimizde, konutlarımızda, esasında kısaca vatanımızda huzur içinde bir yaşam sürmemizin garantisidir.

Cumhuriyet Halk Partili bir milletvekilimizin, siyasal bir benzetme yapmak amacıyla bir eleştiri de bulunması, iktidar ve cephesinde büyük infiale neden oldu.

Eleştiriler çok sert bir boyutta serdedildi. İnsanları bu kadar kolay yaftalamamak lâzım. “Vatan haini/vatan hainliği”!

Kime göre, neye göre?

Ordumuz; anayasaya göre ve teşkilat yasasınca hizmet ifa etmektedir. Yeni yapılan değişiklikle de Genelkurmay Başkanlığı/Başkanı, Cumhurbaşkanınca atanmaktadır.

Kısaca, GB, Cumhurbaşkanına bağlıdır.

Ama, mevzubahis ülkemizi ilgilendirmekte. Ordu dediğimiz kurum, hiçbir partinin tekelinde olmadığı gibi koruması altında da değildir. Hadi diyorum, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin açıklamasını anlıyorum. Milliyetçilik damarı ağır basan bir tonda CHP milletvekilini yerden yere vurdu. Esasında, ben, Sayın Bahçeli’nin bu tonda yaptığı eleştiri ve hedefe koyma girişimlerini pek ciddiye almadığımdan… Esasında, MHP’nin siyaset üretemeyen bir parti olmasından ötürü, ortaklık yaptığı CUMHUR İTTİFAKIYLA eş düzlemde olduğunu sergileyebilmek babında bu tarz çıkışlar yapmasını kanıksadık.

Ama…

Sayın Erdoğan’ın da aynı sert dozda açıklamalarda bulunması, beni hayalkırıklığına uğratıyor.

AK Parti ve Sayın Erdoğan, “değişim” vaadiyle iktidara gelmişti. Nedense, geçmişte eleştiri konusu yapılan tutum ve tavırlar artık Sayın Erdoğan tarafından da sergilenmekte.

* * *

Şöyle kısaca geçmişe bir bakalım:

Ordumuzun geçmiş dönemlerde politikada fazlaca etkin olduğunu söylersek, yanlış yapmış olmayız. Ne çabuk unuttuk: 28 Şubat Dönemini… Komutanların yargı mensuplarına brifing vermeleri, nedense artık geçmiş siyasetin tozlu sayfalarında kalmaya mahkûm edildi. Ordumuzun etkili ve kudretli paşaları, seçilmiş-atanmış dengesine dikkat etmeden, milletin iradesini ve istencini hiçe sayarak, siyasetçilerin ve siyaset kurumunun üzerinde “demoklesin kılıcı” gibi durdukları; yani bir nevi “gölge iktidar” oldukları hafızalardan ne çabuk silindi?

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hedefi ne idi? İktidarı, koalisyon hükümetinden devralırken, daha fazla “sivilleşme” ve “demokrasi” sözü veriyordu. Yasama, yürütme ve yargı erklerinin; anayasal olması gereken çizgilerinde görev ifa etmeleri bağlamında, AB nezdinde değişiklikler yapılmadı mı? Anayasada ve yasalarda, daha fazla “sivilleşmek” için, sivil siyasetin önünü açmak maksadıyla revizyonlara gidildi. Kısacası, modern bir devlette olması gereken seçilmiş-atanmış dengesi üzerinden devlet işlerinin aksamadan eşgüdüm içinde yürütülmesi bağlamında, eskinin “statükocu” zihniyeti peyderpey hem kurumlardan hem de yasalardan silindi.

Demem o ki…

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin zamanında bunca zorlu dönemeçlerden geçerek; yeri geldiğinde muhtıra ve darbe teşebbüsleriyle muhatap kalması karşısında… Hep dillere dolanan “ileri demokrasi” şiarının her zeminde ikrar edilmesine rağmen…

Son tahlilde…

Toplumun tümüyle barışık bir yönetişimden uzaklaşması, özelde bende bir hayalkırıklığına neden olmakta. Muhafazakâr-demokrat bir partinin, bu zamana kadar deneyimlenmemiş değişim ve dönüşümlerin ateşleyicisi olması; özellikle geldiği muhafazakâr camia ve gelenekler de göz önünde tutulduğunda… Şaşırtıcı düzeyde bir farkındalık idi.

Ben, burada AK Parti’nin son dönemlerdeki olumsuzluklarını tartışmıyorum. AK Parti, geçmiş siyaset reflekslerinin bir benzerini şimdi kendisi sergilemekte. Eskiden, bizler, CHP’den neden şikâyet ederdik? Kamualanı diye bir olguyu kendisine mâl etmesinden, ulu önderimizi yine tabu hâline getirmesinden… Kısacası, her meseleden gerilim ve gerginlik üretmesinden şikâyet etmiyor muyduk?

* * *

Vatan kutsaldır…

Dinimiz kutsaldır…

Kitabımız kutsaldır…

Bayrak kutsaldır…

Şehitlik makamı kutsaldır…

Mukaddes duygularımız da kutsaldır…

 

Öte yandan, devlete ait veya devlet odaklı bir şey, kimsenin tekelinde değildir. Din hususunda nasıl ki “hassas” isek, maneviyatımıza dokunulmasına katlanamıyorsak…

Meramımı bir türlü ifade edemedim. Kutsal değerler ve duygular nasıl siyasete angaje edilemez ve kullanılamaz ise…

Bir milletin bütün fertlerinin birleşmesi ve bütünleşmesi nihayetinde vücut bulan “devlet aygıtı” ve onun uzuvları da hiçbir kimsenin tekelinde olamaz. Devlet dediğimiz olgu zaten soyut bir kavram. Devlete de onun bir kurumu olan orduya da yön veren, seçilmiş bir hükümet de olsa, son tahlilde bu büyük aygıt, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm fertleri tarafından terkip edilmiştir.

Neden bu kadar yazdım?

Son günlerdeki siyasal gündemin tansiyonu yükseltici uğraşları; ama öte yandan toplumun gerçek sorunlarının ötelenmesi.

Bakın, değerli okuyucular;

“Benim ordum”;

“Benim valim”;

“Benim bakanım”;

Bu tip bir politik jargon, toplumumuzdaki ayrışmayı daha da körükler. Halkımız içindeki saflaşmayı derinleştirir.

Gerçekten de bizler, Türk Milletinin necip fertleri- politikacı da olabilir, bürokrat da olabilir, sade bir insan da olabilir;

Ne vakit aklımızı başımıza devşirmeyi düşünüyoruz?

Hâlbuki şöyle gerçekçi bir bakışla gözlerimizin içine baksak, ne ayrımızın ne de gayrımızın olmadığını farkedeceğiz.  

BELEDİYELER

EKONOMİ