Bazı kavramlar üzerinden Türkiye’de bir bardak suda fırtına koparmak alışkanlık hâline gelmiştir.
Memleketimizde bazı olgular...
Hem içte hem de dışarıda ülkemizi, merkeze sadık ve bağımlı bir çevre ülke konumunda tutmak için hep kamuoyunun gündeminde bilinçli bir biçimde tutulmuştur.
1923 yılından beridir bitmeyen toplumsal kavga...
Laiklik...
Laikliğin din müessesesi üzerinden çarpıtılması...
Artık şunu söylemek gerekiyor. Sık sık burada benzer hususlar üzerinden yazılar yazacağım için, tekrara düşmemek adına...
Laiklik tarifine gerek görmüyorum.
Zaten mebzul miktarda laiklik tarifine erişmeniz hem kitaplar çerçevesinde hem de internette mümkün.
Benim takıldığım nokta, laikliğin demokratik bir toplumdaki işlevinin ve misyonunun doğru düzgün tahlil edilmeden, yekten karalanmasıdır.
Bu takıntı...
Sol cephede de var, sağ cephede de var.
Sol aydınlar ve sol ideolojiyle bir toplumu ve devleti düzenleme saikinde olanlar, laikliği neredeyse artık bir “tabu” olarak telakki etmekte, kamunun laiklik ilkesi üzerinden şekillenmesini talep ve arzu etmekteler.
Sol entelijansiye açısından “başörtüsü/tesettür”, Siyasal İslam’ın kamu içindeki simgesel bir aracı olmakla beraber, bunun bir “özgürlük” davranışı olamayacağıdır.
Zaten...
Dönem dönem...
Bunun toplum içindeki yansımalarını, siyasette tıkanma zamanlarında çok defa deneyimledik.
Şunu kabul etmek durumundayız:
Demokratik bir rejimin, dünyevî bir düzende akamete uğramadan varlığını sürdürmesinin yegâne dayanağı laikliktir.
--------*--------
Ben de kabul ediyorum.
Fakat, bugün laikliği sadece sözlük anlamıyla içselleştirip, toplumun din özgürlüğü noktasında, bu demokrasinin vazgeçilmez faktörünü tıkaç amacıyla kullandığınız vakit...
Bumerang etkisi yaratır.
Yine... Sağ iktidarlar ve sağcı bir dünya görüşünde olanlar veçhesinden de laikliğin algılanışı, aynen solcuların telakki edişleri gibidir.
Büyük bir çoğunlukta, laiklik demek, dinsizlik demek olarak idrak ediliyor. Bugün yirmibirinci yüzyıl şartlarının hüküm sürdüğü bir dünya düzeninde, pekâlâ vatandaşların, tâbi oldukları ülkelerin kendilerine tanıdıkları hak ve yükümlülüklere sahip çıkmaları beklenir.
Ama...
21.yy’ın dizgesinde, hem insan haklarını ve demokrasiyi hem de bu hakları güvenceye alan adalet denen şaşmaz teraziye büyük bir ehemmiyet atfedeceksiniz...
Öte yandan, dönemin yani 21.yy’ın geçirdiği dönüşüm ve değişimlere inat hâlen şekil üzerinden ve 18.yy fikrî dünyası üzerinden insanların nasıl bir hayat sürdürmelerine ve hatta zihin dünyalarına hükmetmeye çabalayacaksınız...
Bunların hiçbiri, ne sağcıların ne de solcuların kavramları yorumlayışı ve bu kavramlar üzerinden toplumu ve devleti dönüştürme çabaları, toplumsal huzura da toplumsal barışa da hizmet etmektedir.
Özgürlük diye avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz.
Demokrasi diye bağırıyoruz. Adalet ve hukuk talep ediyoruz. Daha fazla hak ve hürriyetlerimizin genişletilmesini umuyoruz.
Refah devleti olmak istiyoruz. Kalkınmanın tabana yayılarak, insanların ekonomik büyümeden hakça pay almasını öngörüyoruz.
Ama...
Bakıyorsunuz, yılların neden olduğu ideolojik tortuların, bağnazlığın, hüsnükuruntuların, bizleri birbirimizden ötelediğini göremiyoruz.
Laiklik, din düşmanlığı değildir.
Laiklik, insanları dinden soğutmaz ve soğutmadığı gibi, dinden de uzaklaştırmaz.
Öte yandan, artık bu ülkenin gerçek dindar insanlarını da, fetiş veya tabu hâline soktuğunuz özgürlükçü olmayan bir laiklik korkusuyla sisteme ve toplumun diğerlerine karşı küstürmeyin.
Devam etmek ümidiyle...
SON YAZILAR