Helalleşme ve hesaplaşma kargaşasından çıkarak olayları daha berrak şekilde irdelesek, daha olumlu olmaz mı?
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun attığı adımı sorgulamaktan ziyade, atılan adıma icabet etmek, daha pozitif bir yaklaşım olmaz mı?
Yekten demek istediğim…
Konuşalım diyorum…
Müzakere yapalım diyorum…
Bu dediğim şeyleri yapabilmenin ön şartı da bir araya gelebilmektir. Daha önceki yazımda da belirttim, siyasetçiler olsun, sıradan vatandaşlar olsun; burunlarından kıl aldırmıyorlar.
Bakın… Şuan kanımca, AK Parti tüm olumsuz gelişmelere rağmen, belli raddede halktan teveccüh görmekte. AK Parti’yi toplumun gözünde parlatan en temel husus, “önce insan” demesi ve toplumun genelini “kucaklama” taahhüdünde bulunması idi.
Yine özellikle CHP en çok neden eleştiriliyordu? Halktan kopuk olmakla tenkit edilmiyor muydu? Ebedi liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra, CHP kadroları ülkeyi “tek parti” sultası içinde, demokrasi mekanizmasını işletmeden yönetti.
İşte o dönemlerden başlamak üzere toplumda saflaşmalar zuhur etti. CHP’nin iktidar dönemi “tek parti” ve “tek adam” dönemi olarak, yeri geldiğinde eleştirilmedi mi? Sorgulanmıyor mu?
Özellikle, Cumhuriyet rejiminin “yeminli düşmanları”, Atatürk Dönemini ve sonraki İsmet İnönü dönemlerini “jakobenizm” ile eşdeğer görmediler mi? Kurtuluş Savaşı’nın muzaffer kurmayları, yeri geldiğinde sürekli olarak “tepeden inme”cilikle itham edilmediler mi?
Kısacası…
Artık tüm şu geçmişten beridir siyasal bagajımızda biriktirdiğimiz takıntılarımızdan ve sosyo-psikolojik atalet hâlimizden sıyrılalım.
Neden?
Neden olacak… Eğer, bugün büyük Türkiye ideali için herkes seferber olacaksa, ancak toplumsal huzur ve barışla mümkün olabilir bu ideal.
Tamamen beklentim…
Siyasetçilerden…
Belki, artık bıkkınlık vermiş olabilir yazdıklarım…
Ama olsun, yılmadan, usanmadan ve sıkılmadan yazmaya devam edeceğiz. Etmek durumundayız.
Sağcısından solcusuna kadar, bu aziz vatan ve topraklar hepimizin yurdu değil mi? Öyleyse bizi birbirimizin yakınına sokulamayacak kadar frenleyen ne? Tabii ki “ideolojik bağnazlık”!
Hatırlar mısınız? Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 3 Kasım 2002 tarihinden itibaren siyasal başarılara koşarken, kazandığı zafer sonucunda “balkon konuşmaları” vesilesiyle tüm toplumu, herkesi kucaklama teminatında bulunmuyor muydu?
E ne oldu bu kadar birbirimizden uzak düşer olduk? Hani yeri geldiğinde, “dış mihraklar”, “karanlık odaklar”, “şer ekseni” felan diyoruz ya… İşte bu merkezlerin bizi birbirimize “düşürmek” için ellerinden geleni artlarına koymadan yaptıklarını dillendiriyoruz ya…
Ee onların çok fazla bir şey yapmalarına gerek var mı? Kafalarımızda yarattık biz “mahallerimizi”! Kendi gettolarımızın sınırının dışına çıkmaya tahammülümüz yok. Saflaşma ve kutuplaşma dediğimiz şuan için bir milletin iç işlerindeki en büyük çıkmaz sokak olan bu kördüğüm, daha ne kadar süre devam ettirilebilir?
Önce…
Bir niyetimiz olmalı. Kurtuluş Savaşımızın ve Türk Devrimi’nin kaderini çizen ve belirleyen liderlerimiz de, o zor şartlar altında tüm anlaşmazlıklara ve farklılıklara rağmen bir kenara çekilip, vatanı olan akışına mı bıraksalardı? Öyle mi yaptılar?
Daha önce ileri sürülen kavramlara baktığımızda… İşte “Toplumsal Mutabakat” oluşturmak… “Memleket Masası”…
Bunlar hep iyi niyet belirtisinin izdüşümüdür. Demokrasi kavramının veya bir rejimin “demokratik” olup olmadığının sınanması ancak, devleti ve memleketi ilgilendiren hususlarda kamuoyunun ve dahası halkın tümünün görüşlerinin “önemsendiğinin” açığa vurumudur.
Böyle bir niyet ve irade olmayınca…
Sanal bir düşünce yapısı içinde suni şeylerle vaktimizi zayi eder dururuz.
Olan kime olur?
Sizce?
SON YAZILAR