*Düşük faiz kararı: TCMB’nin yatırım için uygun ortamı yaratmak ve enflasyonun düşeceğine yönelik siyasi yaklaşımı kabul etmesiyle büyük bir sorun alanı oluşturuldu. Kademeli olarak faiz yüzde 24’ten 26 ay sonunda yüzde 8.5’e çekildi. Kredi piyasasındaki gerçekçi olmayan fiyatlamalar başladı. Oranlar o kadar yapay hale geldi ki, faiz düşüşü mevduat faizlerini yüzde 40’a, ticari kredi faizlerini yüzde 45 düzeyine çıkardı. Yani TCMB’nin faizi piyasaya yön vermekten çok uzaktaydı.
*Enflasyon: TCMB sadece Ortodoks politikalardan uzaklaşmadı. Rezervler eksiye düştü. Temel görevi fiyat istikrarı olan Merkez Bankası’nın kanunla verilen görevden uzaklaştırılmasıyla enflasyon da yükselmeye başladı. Enflasyonun ikincil sorun olarak görüldüğü ortamda, faizin düşürülmesi öncelikli görev oldu. Bu ortamda alınan kararla sonunda ise enflasyon iki haneli seviyelere çıktı. Öyle bir ortam oluştu ki, TÜİK’in açıkladığı enflasyon ile sivil oluşumların hesapladığı enflasyon arasında yüzde 100 fark oluştu. Vatandaşın TÜİK’e güveni düştü. Ekonomi yönetimine güven azaldı. Türkiye’ye gelmekten çekinen yabancı yatırımcı var olan yatırımlarını da Türkiye’den çekti. Bu durum da başka bir olumsuzluğu tetikledi.
*Kredi notu: Bağımsızlığı tartışmaya açılan TCMB’nin uyguladığı gerçeküstü politika, biten rezervler, yüksek enflasyon, yabancı yatırımcıların çıkışı, ülkedeki döviz rezervi ve finansal verilerin bozulmasına, ekonomi yönetiminin uygulama, açıklamaları da eklendi. Kredi ve derecelendirme şirketleri Türkiye’nin notunu düşürdü. Moody’s, Standard&Poor’s ve Fitch adım adım Türkiye’nin notunu düşürdü. Türkiye, hiçbir yabancı yatırımcının güvenli bulmayacağı üçüncü dünya ülkelerinin seviyesine geldi. BİST’e DİBS’te yabancı yatırımcıların payları kademe olarak düştü. Dövizlerini alıp ülkeden gittiler.
*Döviz girişi: Yatırımların kaçışı öyle bir noktaya geldi ki, Türkiye’ye doğrudan yatırım tutarları tarihi düşük seviyelere ulaştı. BİST’e DİBS’te yabancı yatırımcıların payları kademe olarak düştü. Dövizlerini alıp ülkeden gittiler. Azalan döviz miktarı bu kez de TCMB’nin hem bankaları hem ihracatçıları hem iş adamlarını daha da kısıtlayan yeni adımları beraberinde getirdi. Kimi zaman iş adamları yurt dışında aldığı borçları, bankalar sendikasyonları ödemek için döviz bulmakta zorlandı, ihracatçı aldığı ürünün ödemesini dövizle yapmakta zorlandı. Baskılanan döviz başka bir sorunu tetikledi.
*Dış Ticaret: Hükümetin uyguladığı bu politikalar ve izlediği yol haritası şirketleri iyice ihracata yönlendirip daha güçlü ekonomilerle iş yapmaya zorlarken, düşük kur, ithalatı aylık olarak tarihi yüksek seviyelere getirdi. İlgili bakanlar küçük oranlarda da artış gösterse ihracattaki artışı gündeme getirirken, ithalat verilerinden kimse söz etmedi. Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları tamamen ihracat verilerine odaklanırken, aynı gün açıklanan ithalat verileri küçük birer haber halinde kaldı. Oysa zaten döviz yokluğu çekilirken, ihracat yoluyla kaşıkla giren döviz ithalat yoluyla kepçeyle çıkıyordu. Bu da başka verileri bozdu.
*Cari denge: İthalat-ihracat dengesindeki bozulma, cari fazla hedefiyle yola çıkan ekonomi yönetimi için, diğer birkaç unsurun da etkisini göz ardı etmeden, başka ağır bir tablonun ortaya çıkmasına neden oluyordu: cari açık. Öyle bir noktaya gelindi ki, Rusya-Ukrayna savaşının etkisiyle artan doğalgaz-petrol ve emtia fiyatları da eklenince cari açık tabiri caizse aldı başını gitti. Ekonomideki büyük risklerden biri olan cari açık arttı ama alınabilecek tedbir pek kalmamıştı. Çünkü bütün bunlar zincirleme etki yaratmıştı. Düğme baştan yanlış iliklenmişti. Bütün bu resim başka bir sorunu daha büyütüyordu.
*Bankalar, KKM, bütçe vs: Bankalar mevcut ortamda kredi vermenin mantıksızlığını çoktan görmüştü. Kaynak bulmakta zorlandıkları için doğrudan bir mevduat yarışına girdiler. Kamu bankaları siyasi direktifle kredi vermeye devam etti ama oluşan görev zararlarıyla çok büyük miktarlarda hazineden sermaye desteği alması gerekti. Hazine kamu bankalarının iyice zayıflamaması için sermaye verdi ama bunu artık düzenli hale getirmesi gerekti. Özel bankalarsa konut başta olmak üzere ne kadar az kredi verirse o kadar işinin kolaylaşacağını bildiğinden frene bastı. Ekonomi yönetimi, dövizdeki kurduğu barajın patlamak üzere olduğunu gördüğü için, talebi kısıtlamak üzere kur korumalı mevduat adı altında yepyeni bir yöntem buldu. Milyarlarca dolarlık talep bununla TL olarak kaldı ama özel bankalar bu sistemle büyük karlar da yazdı. Baraj kapaklarının az da olsa açıldığı ya da artık yapacak bir şeyin olmadığı aylarda bütçeden hazine ve TCMB bu dönemde aylık 100 milyar liranın üzerinde farkı üstlenmeye başladı. Aslına bakarsanız ortada artık ne bütçe ne hedef kaldı. Bütün bu tercihlerin maliyeti kamunun bütçesine çıkıyordu. Elbette demokratik döngü kapsamında beş yıllık süre geçti ve seçim zamanı geldi. Bu da “hatalarda ısrardan” başka bir seçenek bırakmıyordu hükümete.
*Dış politika: Siyasi tercihlerin zorunlu bazı pozisyonları beraberinde getirmesinin zorluklarının yanı sıra dış politikada ABD ve AB ile yanı batıyla olan ayrışma iyice keskinleşirken, Suriye savaşı, Libya’daki iç çatışma, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır ile gerilim, Irak’taki PKK varlığı gibi birçok neden de Körfez ve Ortadoğu ile olan tarihi iyi ilişkileri de bozuyordu. Batı ile bozulan ilişkilerin maliyeti vardı elbette ancak Körfez ve Ortadoğu’dan her şartta iyi ilişkilere dayalı olarak gelen kaynaklar da kesilince ekonomideki baskı arttı. Son dönemdeki yumuşama ile TCMB’ye Katar, BAE, Suudi Arabistan gibi ülkelerden farklı yollarla cephane taşındı da bir miktar nefes alındı.